O anlaşılmaz, büyülü, “an”lardan biriydi... Sorduğum sorunun burukluğu, sönük benzindeki iri yeşil gözlerinin dolmasına sebep olmuştu kadının. Koltuğun biraz ucuna kayıp, bir metreden az bir mesafe oluşturmuştum aramızda. “Özür dilerim, ben acınızı hatırlatmak iştememiştim.” O an omzumda marşandiz yalpalanıyor gibi hissettim. Kelimelerimin tükendiği andaydım. Geri dönüşü olmayan, ender yaşanan anlardan biriydi. “Özür dileyecek bir şey yok” demesi, yumak dolu şevkatli ellerini, dizlerime getirip patpatlaması... Duyduğum hüznü az da olsa hafifletmişti. “Ben onu hiç unutmuyorum ki, o hep benimle.” Bunu söylerken gözlerinde çok yakından gördüğüm o özlem ateşi, film şeridi gibi geçmesine sebep olmuştu gözlerimin önünden sevdalarının. “Hiç olmadığı kadar var içimde...” Cümleleri uğultuyla, sanki çok uzaklardan geliyormuşçasına çıkıyordu ağzından. Canı boğazına düğümlenmişti sanki. Bir zamanlar aşık olduğu, hayatını bir ömür boyu anlamlı kılacak yol arkadaşı çok erken gitmişti ve bu gidiş yarım kalmışlık hissine kapılmasına neden oluyor, hayatını çekilmez kılıyordu güzel kadının. “Ölümler vardır...” diyordu Erdem Beyazıt.
“ölümler vardır,
can kuş gibi uçar gider
bir martının süzülüp
kaybolması gibi maviliklerde.”
Kadının "can kuşu" kalbindeki huzur bahçelerinde yalın ayak koşuşturuyordu. Nasıl unutsun? İki çay getirdim, bir de sigara yaktık. Pencereyi araladım sonra... Bu sefer masaya oturmuştuk, daha yakındık. Yüzünde seğiren acıyı, gözlerinde buğulanan uzak anıları görür gibiydim. Hayat ona acımasız davranmıştı. Sigarasını söndürüp suratıma baktı: “Bir umut işte, geri dönmesini bekliyorum” dedi. Beklemek korkunç bir infilak halindeydi yüreğinde kadının. Bunu yüreğinin atma ritminden anlıyordum. Yanımda sanki bir savaşın ortasında kalmış gibi hızlı hızlı soluyordu nefesini. Çayı yavaş yavaş içiyor, ağır ağır anlatıyordu hikayesini. Her cümlesinin sonunda onu çok özlediğini söylüyordu. Çok özlemek... İliklerine kadar özlem duygusu içine işlemiş bir kadın vardı karşımda. “Yarım kaldı her şey. Bu yarım kalmışlık hissi beni dayanılmaz ağrılara sürüklüyor” diyordu uzaklara bakarak. Sanki birden biri çıkacakmış gibi oralardan. Gözleri aralıklı olarak doluyordu ve her seferinde çantasından mendil çıkarması gerekiyordu. Küçük emekli çantasının içinden mendilini çıkardı, gözyaşlarını silmeye başladı. “Neden ben diye çok sorguluyorum, 34 yıllık bir hikaye keşke bu kadar erken sonlanmasaydı. Bu kadar erken gitmeseydin diyorum ama... Çok özlüyorum sadece, kanser olduğumu öğrendiğim zaman içimdeki bu özlem ‘burukluk ile tebessüm arasında’ ortalarda kalıyor” demesiyle, şaşkınlığım had safhaya gelmişti artık. Kadın kanserdi... Masadan kalktım. Pencereyi kapatıp, boşları almak için tekrar geri döndüm. Döndüğümde masada bir not, şöyle yazıyordu: “Yarın eşimin ölüm yıl dönümü, helva yemeye beklerim. Öğrenciler pek sever helvayı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder