24 Ağustos 2018 Cuma

Spinoza ve Politik Toplumu



Spinoza’nın politika felsefesi kuramsalın, uygulamada nasıl bir gerçekliğe denk düşüyor olmasıyla ilgili. O “yeni ya da bilinmedik herhangi bir şey ortaya koymayı değil, ama sadece kesin ve kuşku götürmez kanıtlar yoluyla pratikle en iyi uyum gösteren şeyi ortaya” koymaya çalışır. Hobbes gibi Spinoza’da bir doğa durumu varsayımını kabul eder. Ona göre doğa durumu siyasal olguyu içkin nedenlerle ve gerçekçi bir bakış açısıyla ortaya koymak için oluşturulmuş bir kuramdır. Fakat Spinoza, Hobbes gibi ölümüne bir savaşın ve korkunun kol gezdiği bir doğa durumu tasviri yapmaz. Onda doğa durumu, toplumsal durumdan önce gelir. Doğal durum ile toplumsal durumu birbirine tamamen zıt iki ayrı alan olarak ele almaz Spinoza. Çünkü tek töz anlayışının etkisindedir. Bu iki durumda, insanlık durumunda birleşen ve insani gelişimin bir parçası olan süreçler olarak ortaya çıkar. Spinoza’da doğa durumunda insan kederli bir duygu olan, korkunun etkisinde olduğu için edilgindir. Edilgin olduğu için de kendisini gerçekleştiremez. Kendisini gerçekleştiremediği için de bir farkındalığa ulaşamaz ve tutkularının esiri olur. Dolayısıyla bu durumda özgürlükten bahsedemeyiz. İnsan burada ne akla uygun olarak eyler ne de sahte iyilerin peşinden koşmaktan kendini kurtarabilir. Bu yüzden bütün varlıkların kendi varlıklarını sürdürebilmek için harcadığı çaba olarak arzunun, insanı hayatının en yararlı olan anlama yoluna çekmesi gerekir. Çünkü ancak insan, anlayınca bir takım şeylerin farkına varır ve görmeye başlar. Görmek bu noktada önemlidir. Çünkü bir arada nasıl birlikte yaşarız sorusunu da bize düşündürür. Bu birlikte bir arada yaşamak sorunu Spinoza’nın ortak iyi dediği şeyle ancak mümkündür. Peki nedir bu ortak iyi? Tek tek insanlarda değil de tüm insanlarda bulunan ve onların ilişkilerini düzenleyen akla uygun olan, en nihayetinde ortaklık tesis eden bir iyidir bu. Bireyin iyisinin gerçekleşmesi diğer bireylerin iyisinin gerçekleşmesine bağlıdır. Dolayısıyla burada açık bir şekilde pozitif özgürlük vardır. Ama işler hayatta böyle yürümediği için ve herkes kendini düşündüğü için insanlar tutkularının esiri olur. Bu her ne kadar çatışmaya sebep olsa da insan kendisini korumak, geliştirmek için bencil olmak isteyebilir. Dolayısıyla bu durumda insanların ne kadar güçleri varsa o kadar da hakları vardır. “Spinoza’nın TTP’de bir sav biçiminde verdiği(“herkesin hakkı belirlenmiş gücünün yayıldığı yere kadar yayılır”)(TTP,262) ve TP’de en nihai sonuçlarına kadar geliştirdiği hak “tanımı”, kuramsal özgünlüğünü hemen gözler önüne serer. Kelimesi kelimesine okunduğunda bu tanım önceliğin “hak” kavramında değil “güç” kavramında olduğu anlamına gelir.” Şu halde Spinoza’da Hobbes gibi hakk'ı güç ile özdeş görür. “Doğal hak ile öyleyse, her şeyin kendileri uyarınca olduğu doğanın yasalarını ya da kurallarını, yani doğanın gücünün kendisini anlıyorum. Sonuç olarak tüm doğa’nın gücünün yettiği yere kadar uzanır ve, o halde, bir insan kendi doğasının yasalarına göre yaptığı her şeyi doğanın egemen hakkı uyarınca yapar ve doğa üzerinde gücü ölçüsünde hakkı vardır.” Spinoza için doğal hak sadece insanlar için değil doğanın tümü için geçerlidir. Doğal hak doğanın gücünün kendisidir. Ve tekil varlığa içkindir. İnsanın gücü doğanın gücünün bir parçasıdır. Yani insan ile doğa arasındaki ilişki parça bütün ilişkisi şeklindedir. Eğer insanın gücü Deus sive Natura’nın sonsuz gücünün bir parçasıysa o zaman insan doğasıyla uyuşan, etkide bulunma gücünü arttıran insanlarla birleşmeye yönelir. Yani neşeye yönelir. Bu da ondaki sevinç affactus’unu açığa çıkarır. Ve bu onun eyleme kudretini arttırır. Dolayısıyla kendisine özgü karakteristik bağıntısıyla uyuşan ya da onu destekleyen etkinin ideası olarak sevinç affectus’unu hisseden insan, böylelikle etkinliğini de arttırır. İşte özgürlük tam da bununla ilgilidir. Şu halde insana doğada aklın rehberliğinde yaşayan başka bir insandan daha yararlı bir şey yoktur. Eğer insanlar aralarında bir konsensüs yakalarlarsa, güçlerini birleştirirlerse beraber daha güçlü olurlar. Ve doğa üzerinde her birinin tek başına sahip olduğundan daha fazla hakkı olur. Güçlerini birleştiren insanların sayısı arttıkça bu kişilerin sahip olduğu hak da artar. Doğal hakkın gerçek özüne kavuşması için insanların sivil duruma geçmesi gerekir. Bu bir anda olmaz tabi tedrici olur. Spinoza açık olarak sisteminde bir zaman kavramdan bahsetmez fakat biz Deleuze’ün 11 dersinden biliyoruz ki tıpkı zaman da akıl gibi bir oluşsallık taşır. Ayrıca Spinoza'nın sisteminde her şey geometrik bir şekilde oluşturulduğu için; zaman kavramı bu sistemle çelişir. Politik topluma geçmek için önce sözleşme yapmak gerekiyor çünkü sivil durum artık sözleşme sonrası durumdur. İnsanların birbirleriyle ortak iyi üzerinden ilişkiye girmeleri karşılığı olan her şey sivil duruma dahildir. Ve ortak iyi böylece insani ilişkileri düzenler ve yine bu durumda farklılıkları birlik içinde koruyan bir devlet kurar. Böyle bir sistem içinde insanlar yurttaş haline gelir. Devlet çoğunluğun gücünün tek bir elden toplanmış hali gibidir. Hakların bütününün devri gibi şeyler söz konusu değildir. Tıpkı locke’da olduğu gibi birey tüm güçlerini ve haklarını devretmez. Spinoza bir taraftan Lock’a benzerken, öte taraftan Spinoza'nın politik toplumu Rousseau’nun cumhuriyetine daha çok benzer. Politik toplum, politikanın domine edildiği toplumdur. Sözün, iknanın toplumudur. Burda şiddet barınamaz. Devletin olduğu yerde şiddet olmaz. Eğer böyle bir toplum varsa politik toplum yok demektir. Spinoza'nın devletinde mutlak itaat yoktur. Spinoza'nın siteminde devlet hem normatif olarak doğa yasası tarafından hem de yargı güçlerini ellerinden bırakmayan yurttaşlar tarafından açık bir şekilde denetlenir. Emprik olarak farklı egemenlik türleri olsa da Spinoza’ da olan egemen insanları özgürleştiren bir egemendir. Dolayısıyla insanı özgürleştiren bir egemenlik korku temelli olamaz. Akla uygun yasalar olmalıdır. Spinoza'nın yaşadığı dönemde farklı farklı yönetim biçimleri mevcuttur. Aristokrasi, monarşi ve demokrasi. Fakat Spinoza hem kendi perspektifi hem de içinde yaşadığı ülkedeki mevcut siyasal konjonktür nediyle demokrasinin baskısı altındadır. O aslında hiçbir zümrenin tam olarak bir ülkeyi tam olarak yönetebileceğini düşünmez. Demokrasi insanın yetkinleşmesini ve ortak iyiyi tesis etmede göreli olarak en iyi politik yönetim biçimidir. Çünkü ancak bu rejim ortak iyiyi tesis ederek insanı yetkinleştirir. Çokluğun bir bir içinde erimesini ve çoğunluğun tutkularını düzenleyici, halkların birbirleriyle birleşmelerini doğru olarak örgütleyen, politik bir beden olarak devletin rejimi Spinozaya göre hiç kuşkusuz demokrasidir. O bu rejimi insanların kendilerini yetkinleştirmesine ve ortak iyinin tesis edilmesin en uygun gördüğü için savunur. Akla en uygun politik rejim budur çünkü. Bu rejimde en fazla sayıda insana en yüksek katılım hakkı verir ve insanların sahip olduğu tüm potansiyelleri kullanmasını sağlar. Farklılıkları bir arada tutan da bu rejimdir.


1 yorum: