Nietzsche’ye göre, “Ahlaki fenomenler yoktur, bu
fenomenlerin tersine yalnızca bir ahlaki yorumu mevcuttur.”[1]
Kendinde iyi ya da kötü yoktur, bunlar yalnızca yorumdur. Özellikle dünyanın Hıristiyanca
yorumu reddedilmesi gereken bir yorumdur. Bu yorum yorumlar çokluğunun önünü
keser, kendisini hakikat olarak sunar. Soykütük burada devreye girer. Nietzsche’nin
soykütüğü fikirlerin altındaki arzuları arar. Bu arzu istençtir, duygudur, köle
ya da efendinin istencidir. Nietzsche ideallerin ve ahlakın nasıl olup da
kölenin güç istencinden türediğini anlatır. Amacı ahlaki önyargıların bayağı
kökenlerini aydınlatmaktır. Onların metafizik zorunluluklarını ortadan
kaldırmaktır.
Nietzsche, iyinin kökenini bencil olmayan eylemlerde
veya diğerkâmlıkta bulan, İngiliz psikologlara karşı çıkarak, ahlakın
soykütüğüne başlar. Ahlaki önyargıların kökenini ilk olarak araştıranlar bu
psikologlardır. Bunların başında Paul Ree gelir. Bunlar iyi yargısının eylemin
yarar sağladığı kişiler tarafından belirlendiğini söyler. Yani onların iyisi
kitlenin kölenin, sürünün iyisidir. Oysaki Nietzsche’de böyle bir iyi yoktur.
Onun iyisi Spinoza’nın iyisidir. Spinoza’da iyi olan eyleme kudretimi arttıran
şeydir. Nietzsche’nin karşı olduğu ve eleştirdiği İngiliz emprist geleneği
iyiyi sığ bir yarar ve alışkanlık kavramlarıyla tanımlar. Nietzsche’ye göre iyi
kendisine iyilik bahşedilenlerden kaynaklanmaz. İyi olanların kendisinden
kaynaklanır. Efendi kendisini öyle tanımladığı takdirde iyi yargısı ortaya
çıkar.
Hem Nietzsche’de hem de Spinoza’da “ iyi” yüksek
etkinlik derecesine gönderme yapar. Nietzsche ve Spinoza arasında güç istenci ve conatus kavramları aracılığıyla bağ kurulabilir. Güç istenci kendisini en yüksek derecede
ifade etme arzusudur. Evrendeki her şey bunu yapmaya çalışır. Conatus varolan her şeyin yaşamını
sürdürme çabasıdır. Spinozacı conatusun
etkin duygulanmalara doğru yönelmiş içkin tözü olumlayan etik hamlesinin
Nietzscheci güç istencinde bir artışa tekabül ettiğini söylemek mümkündür. İki
filozof için de varlık oluş dahilinde olmak demektir. Spinoza’da içkin tözün
varoluş ve öz ayrımını ortadan kaldıran causa
sui varlık ilkesi; Nietzsche’de ise varlığın “ebedi dönüşü” temasında
karşımıza çıkan kaos ve döngü fikrinin dışlayıcı olmayıcı sentezi materyalist
bir ontolojinin oto-poietik dinamizmini ifade eder. Etik ve ahlak arasındaki
keskin ayrım Spinoza ve Nietzsche’de ortaktır. Etik güç derecelerinin nasıl
arttırılabileceğine, yaşam için neyin yararlı olduğuna dair bir soruşturma iken
ahlak yaşamı aşan koşulsuz değerler varsayan aşkın bir soruşturmadır. Biri
özgürlüğe, etkinliğe diğeri köleliğe, edilgenliğe ve tepkiselliğe işaret eder.
Deleuze bu ortaklıktan hareketle kendi oluş etiğinin içkin perspektivizmini
geliştirir.
Köle
ve Efendi Ahlakı
Uygarlık tarihine egemen olan değerler köle ahlakı
değerleridir. Acıma, alçakgönüllülük, fedakârlık, kendilerinden daha iyi olanların
yüksek konumlarını yerle bir etme kavgası ve stratejisi içinde köle içgüdüsünün
çıkarlarına hizmet eden değerlerdir. Cömertlik, cesaret ve âlicenaplık gibi
değerler ise soylu değerlerdir. Köle, politik ve fiziksel güç olarak zayıftır,
fakat bu özellikleri ile yönetimi ele geçiremez. Bu nedenle yönetimi aşın
değerler aracılığıyla ele geçirmeye çalışır. O fiziksel olarak güçlü olana, hınç[2] ve
intikam duygusu temelinde değerler yaratarak saldırır.
Köle ilk olarak efendiyi kötü olarak tanır. Kendisini
ise efendisinin karşıtı olarak iyi olarak tanır. Ve bu ahlaki iyilik
anlayışıyla efendiyi alt etme stratejisi güder. Köle hınçtan türeyen değerleri
evrenselleştirir. Efendi ise ilk olarak kendisini iyi olarak tanımlar. Kendisi
olmayanları kötü olarak tanır. Onun değerleri onun bağımsızlığının ifadesidir.
Efendi değerlerini evrenselleştirmez. Çünkü o mesafe pathosuna sahiptir yani
sürüye karşı mesafe alır. Köle değerlerini hınç duygusuyla oluştururken, efendi
değerlerini mesafe pathosuyla yaratır. Ahlakın soykütüğünün anlamı buradadır. Değerlerin
zorunlu değildir. Onlar farklı perspektifler tarafından yaratılır. Değerleri
yaratan ya sürü içgüdüsü(köle ahlakı) ya da yırtıcı hayvan içgüdüsüdür(efendi
ahlakı). Nietzsche’nin ahlakın soykütüğü anlayışı, değerlerin kökeninin hangi
içgüdüden kaynaklandığı veya hangi ahlak tipinden doğduğu üzerine bir
araştırmadır.
Hıristiyanlıktan(Yahudilik) modern zamanlara kadar
insana ve uygarlığa dair neredeyse tüm değerler köle ahlakından veya sürü içgüdüsünün
güç istencinden türemiştir. Başka bir deyişle insanlığın tüm yetkinleşme ve
ilerleme idealleri sürü içgüdüsünün güç istencinin kendini ifade etme
biçimidir. Nietzsche, yüce ideallerin altında bir hayvan olarak insanın sürüyü
koruma etkinliğinin yattığını keşfetmekle tüm değerlerin altını oyup, idealler
ötesi bir etik önermiştir. Bu efendinin, üst insanın, vahşi, hayvanın etiğidir.
Başka bir deyişle etkin yaratıcılık etiğidir.
Efendi ve köleye paralel olarak ortaya çıkan başka
bir iki tip sürü içgüdüsü ve yırtıcı hayvan içgüdüsüdür. Sürü içgüdüsü kendini
koruma içgüdüsünde temellenir. Sürü tek tek güçlü olmayı başaramayan bireylerin
yaşamlarını sürdürdükleri dayanışma ağıdır. Sürünün hayatta kalma değerleri
sürünün içerisindeki bireylerin değerlerini belirler. Yırtıcı hayvan ise tıpkı
efendi gibi mesafe duygusuna sahiptir. O tek başına güçlüdür. Yırtıcı hayvanlar
varoluşlarını sürdürmek için değil, sadece hazları uğruna bir araya gelirler.
Yırtıcı hayvan yalnızca yırtıcı doğasından ötürü sürüye saldırdığında sürü onu
şeytani ve kötü bir varlık olarak görür. Hâlbuki vahşi hayvan için kötülük bir
mesele değildir. O yalnızca kendi doğasını ifade eder. O, sürüye bir düşmanlık
gütmez.
Sürü kendine tehdit oluşturabilecek eylemleri kötü
olarak damgalar, kendi varoluşuna karşıt olan tarzları yargılar ve cezalandırır.
Vahşi hayvanları ehlileştirmek için onların vicdanına seslenir. Vicdan azabı ve
suçluluk duygusu yüce bir değer değil, sürünün kendini korumak için yırtıcı hayvanı
ehlileştirmek yolunda onun içine ektiği içsel azaptır. Bir iktidar tekniğidir. Başka
bir deyişle barış ve vicdan gibi kavramlar sürü içgüdüsünün ifadeleridir. Vicdan
azabı bireylerde bir bilinç ve özgür istenç varsayar. Eyleyen sanki
eylemlerinden ayrılabilecekmiş gibi onun eylemi iyi ve kötü olarak yargılanır.
Burada bilinçli bir seçme veya özgür istence sahip olduğu varsayılır. Eylemler
ahlaki olarak iyi ve kötü olarak değerlendirilebilir. Oysa Nietzsche’de her tip
kendi doğasının gereğini yapar. Nietzsche’ye göre bir şimşeğe çakma
diyemeyeceğimiz gibi güçlüye de gücünü ifade etme diyemeyiz. Nietzsche Ahlakın Soykütüğü’nde şöyle yazar:
“Nasıl
ki halk, şimşeği çakmasından ayırır ve bu sonuncuyu şimşek denen bir öznenin e
y 1 e m i, etkisi olarak görür, yaygın ahlak da gücü, gücün dışavurumundan
ayırır - sanki güçlünün ardında gücü dışa vurup vurmama konusunda özgür o 1 a n
kayıtsız bir alt katman varmış gibi. Yok ama böyle bir alt katman; eylemin,
etkimenin, oluşmanın ardında bir "varlık" yok; "eylemci",
eyleme sonradan eklenmiş bir uydurmacadır yalnızca, - eylem her şeydir. Halk,
şimşeğin çakmasından söz ederken eylemi ikiler aslında; bu bir eylem eylem'dir:
aynı olayı, bir keresinde neden, sonra bir de o nedenin sonucu olarak alır.”[3]
Ahlaki olarak iyi ve kötü, sürü içgüdüsünün
ifadesinde veya sürünün güç istencinde anlamını bulur. Barış, merhamet, vicdan
ve bilinç gibi kavramlar sürünün kendini korumasına hizmet eder. Yırtıcı
hayvanın savaşçı ve mücadeleci doğası bakımından hiçbir anlam ifade etmez.
Nietzsche tam da yırtıcı hayvan değerlerinin peşindedir. Bu değerler; cesaret,
savaşçılık, hırs ve mesafe duygusudur.
Sürü içgüdüsünün ve köle ahlakının eşitlikçi ve
evrenselci idealleri varoluşsal bir gelişimi değil; tepkisel bir duygu olarak
karşıtını aşağıya indirmeyi arzulamaktadır. Herkesi sıfırda eşitlemeye
yönelmiştir. Bunlar yüce değerler ve çileci idealler adına yeniliğin, farkın ve
gelişimin olmadığı bir dünyaya kapı aralamıştır. Vasatlık, belli bir süre
boyunca ahlak ve din kisvesi altında sürdürülebilmiştir. Lakin dine ve ahlaka
inancın yitmesiyle nihilizmin en aşırı hali yani ebedi dönüş
deneyimlenmektedir. Ebedi dönüş hiçbir yenilik ve ilerleme olmadan her eylemin
ve acının sonsuz kere deneyimlendiği bir durumdur.
[1] Nietzsche, F., Güç İstenci, Birey Yay., Çev: Sedat Umman, 2002, sf: 147
[2] Hınç [Fr. Ressentiment]:
Nietzsche’nin felsefesinde ressentiment sürü
insanının karakterine içkindir. Nietzsche ressentimentin
asıl kaynağı olarak Hıristiyanlığa işaret eder. Dolayısıyla Hıristiyanlıkla
sürü insanı arasındaki özsel bağ da ressentiment
kavramı ile ilgilidir.
[3] Nietzsche, F., Ahlakın Soykütüğü, Kabalcı Yay.,
Çev: Zeynep Alangoya, 2004, sf: 38
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder