28 Ocak 2019 Pazartesi

Nietzsche'de Ahlakın Soykütüğü


Nietzsche’ye göre, “Ahlaki fenomenler yoktur, bu fenomenlerin tersine yalnızca bir ahlaki yorumu mevcuttur.”[1] Kendinde iyi ya da kötü yoktur, bunlar yalnızca yorumdur. Özellikle dünyanın Hıristiyanca yorumu reddedilmesi gereken bir yorumdur. Bu yorum yorumlar çokluğunun önünü keser, kendisini hakikat olarak sunar. Soykütük burada devreye girer. Nietzsche’nin soykütüğü fikirlerin altındaki arzuları arar. Bu arzu istençtir, duygudur, köle ya da efendinin istencidir. Nietzsche ideallerin ve ahlakın nasıl olup da kölenin güç istencinden türediğini anlatır. Amacı ahlaki önyargıların bayağı kökenlerini aydınlatmaktır. Onların metafizik zorunluluklarını ortadan kaldırmaktır.
Nietzsche, iyinin kökenini bencil olmayan eylemlerde veya diğerkâmlıkta bulan, İngiliz psikologlara karşı çıkarak, ahlakın soykütüğüne başlar. Ahlaki önyargıların kökenini ilk olarak araştıranlar bu psikologlardır. Bunların başında Paul Ree gelir. Bunlar iyi yargısının eylemin yarar sağladığı kişiler tarafından belirlendiğini söyler. Yani onların iyisi kitlenin kölenin, sürünün iyisidir. Oysaki Nietzsche’de böyle bir iyi yoktur. Onun iyisi Spinoza’nın iyisidir. Spinoza’da iyi olan eyleme kudretimi arttıran şeydir. Nietzsche’nin karşı olduğu ve eleştirdiği İngiliz emprist geleneği iyiyi sığ bir yarar ve alışkanlık kavramlarıyla tanımlar. Nietzsche’ye göre iyi kendisine iyilik bahşedilenlerden kaynaklanmaz. İyi olanların kendisinden kaynaklanır. Efendi kendisini öyle tanımladığı takdirde iyi yargısı ortaya çıkar.
Hem Nietzsche’de hem de Spinoza’da “ iyi” yüksek etkinlik derecesine gönderme yapar. Nietzsche ve Spinoza arasında güç istenci ve conatus kavramları aracılığıyla bağ kurulabilir. Güç istenci kendisini en yüksek derecede ifade etme arzusudur. Evrendeki her şey bunu yapmaya çalışır. Conatus varolan her şeyin yaşamını sürdürme çabasıdır. Spinozacı conatusun etkin duygulanmalara doğru yönelmiş içkin tözü olumlayan etik hamlesinin Nietzscheci güç istencinde bir artışa tekabül ettiğini söylemek mümkündür. İki filozof için de varlık oluş dahilinde olmak demektir. Spinoza’da içkin tözün varoluş ve öz ayrımını ortadan kaldıran causa sui varlık ilkesi; Nietzsche’de ise varlığın “ebedi dönüşü” temasında karşımıza çıkan kaos ve döngü fikrinin dışlayıcı olmayıcı sentezi materyalist bir ontolojinin oto-poietik dinamizmini ifade eder. Etik ve ahlak arasındaki keskin ayrım Spinoza ve Nietzsche’de ortaktır. Etik güç derecelerinin nasıl arttırılabileceğine, yaşam için neyin yararlı olduğuna dair bir soruşturma iken ahlak yaşamı aşan koşulsuz değerler varsayan aşkın bir soruşturmadır. Biri özgürlüğe, etkinliğe diğeri köleliğe, edilgenliğe ve tepkiselliğe işaret eder. Deleuze bu ortaklıktan hareketle kendi oluş etiğinin içkin perspektivizmini geliştirir.

Köle ve Efendi Ahlakı
Uygarlık tarihine egemen olan değerler köle ahlakı değerleridir. Acıma, alçakgönüllülük, fedakârlık, kendilerinden daha iyi olanların yüksek konumlarını yerle bir etme kavgası ve stratejisi içinde köle içgüdüsünün çıkarlarına hizmet eden değerlerdir. Cömertlik, cesaret ve âlicenaplık gibi değerler ise soylu değerlerdir. Köle, politik ve fiziksel güç olarak zayıftır, fakat bu özellikleri ile yönetimi ele geçiremez. Bu nedenle yönetimi aşın değerler aracılığıyla ele geçirmeye çalışır. O fiziksel olarak güçlü olana, hınç[2] ve intikam duygusu temelinde değerler yaratarak saldırır.
Köle ilk olarak efendiyi kötü olarak tanır. Kendisini ise efendisinin karşıtı olarak iyi olarak tanır. Ve bu ahlaki iyilik anlayışıyla efendiyi alt etme stratejisi güder. Köle hınçtan türeyen değerleri evrenselleştirir. Efendi ise ilk olarak kendisini iyi olarak tanımlar. Kendisi olmayanları kötü olarak tanır. Onun değerleri onun bağımsızlığının ifadesidir. Efendi değerlerini evrenselleştirmez. Çünkü o mesafe pathosuna sahiptir yani sürüye karşı mesafe alır. Köle değerlerini hınç duygusuyla oluştururken, efendi değerlerini mesafe pathosuyla yaratır. Ahlakın soykütüğünün anlamı buradadır. Değerlerin zorunlu değildir. Onlar farklı perspektifler tarafından yaratılır. Değerleri yaratan ya sürü içgüdüsü(köle ahlakı) ya da yırtıcı hayvan içgüdüsüdür(efendi ahlakı). Nietzsche’nin ahlakın soykütüğü anlayışı, değerlerin kökeninin hangi içgüdüden kaynaklandığı veya hangi ahlak tipinden doğduğu üzerine bir araştırmadır.
Hıristiyanlıktan(Yahudilik) modern zamanlara kadar insana ve uygarlığa dair neredeyse tüm değerler köle ahlakından veya sürü içgüdüsünün güç istencinden türemiştir. Başka bir deyişle insanlığın tüm yetkinleşme ve ilerleme idealleri sürü içgüdüsünün güç istencinin kendini ifade etme biçimidir. Nietzsche, yüce ideallerin altında bir hayvan olarak insanın sürüyü koruma etkinliğinin yattığını keşfetmekle tüm değerlerin altını oyup, idealler ötesi bir etik önermiştir. Bu efendinin, üst insanın, vahşi, hayvanın etiğidir. Başka bir deyişle etkin yaratıcılık etiğidir.
Efendi ve köleye paralel olarak ortaya çıkan başka bir iki tip sürü içgüdüsü ve yırtıcı hayvan içgüdüsüdür. Sürü içgüdüsü kendini koruma içgüdüsünde temellenir. Sürü tek tek güçlü olmayı başaramayan bireylerin yaşamlarını sürdürdükleri dayanışma ağıdır. Sürünün hayatta kalma değerleri sürünün içerisindeki bireylerin değerlerini belirler. Yırtıcı hayvan ise tıpkı efendi gibi mesafe duygusuna sahiptir. O tek başına güçlüdür. Yırtıcı hayvanlar varoluşlarını sürdürmek için değil, sadece hazları uğruna bir araya gelirler. Yırtıcı hayvan yalnızca yırtıcı doğasından ötürü sürüye saldırdığında sürü onu şeytani ve kötü bir varlık olarak görür. Hâlbuki vahşi hayvan için kötülük bir mesele değildir. O yalnızca kendi doğasını ifade eder. O, sürüye bir düşmanlık gütmez.
Sürü kendine tehdit oluşturabilecek eylemleri kötü olarak damgalar, kendi varoluşuna karşıt olan tarzları yargılar ve cezalandırır. Vahşi hayvanları ehlileştirmek için onların vicdanına seslenir. Vicdan azabı ve suçluluk duygusu yüce bir değer değil, sürünün kendini korumak için yırtıcı hayvanı ehlileştirmek yolunda onun içine ektiği içsel azaptır. Bir iktidar tekniğidir. Başka bir deyişle barış ve vicdan gibi kavramlar sürü içgüdüsünün ifadeleridir. Vicdan azabı bireylerde bir bilinç ve özgür istenç varsayar. Eyleyen sanki eylemlerinden ayrılabilecekmiş gibi onun eylemi iyi ve kötü olarak yargılanır. Burada bilinçli bir seçme veya özgür istence sahip olduğu varsayılır. Eylemler ahlaki olarak iyi ve kötü olarak değerlendirilebilir. Oysa Nietzsche’de her tip kendi doğasının gereğini yapar. Nietzsche’ye göre bir şimşeğe çakma diyemeyeceğimiz gibi güçlüye de gücünü ifade etme diyemeyiz. Nietzsche Ahlakın Soykütüğü’nde şöyle yazar:
“Nasıl ki halk, şimşeği çakmasından ayırır ve bu sonuncuyu şimşek denen bir öznenin e y 1 e m i, etkisi olarak görür, yaygın ahlak da gücü, gücün dışavurumundan ayırır - sanki güçlünün ardında gücü dışa vurup vurmama konusunda özgür o 1 a n kayıtsız bir alt katman varmış gibi. Yok ama böyle bir alt katman; eylemin, etkimenin, oluşmanın ardında bir "varlık" yok; "eylemci", eyleme sonradan eklenmiş bir uydurmacadır yalnızca, - eylem her şeydir. Halk, şimşeğin çakmasından söz ederken eylemi ikiler aslında; bu bir eylem eylem'dir: aynı olayı, bir keresinde neden, sonra bir de o nedenin sonucu olarak alır.”[3]
Ahlaki olarak iyi ve kötü, sürü içgüdüsünün ifadesinde veya sürünün güç istencinde anlamını bulur. Barış, merhamet, vicdan ve bilinç gibi kavramlar sürünün kendini korumasına hizmet eder. Yırtıcı hayvanın savaşçı ve mücadeleci doğası bakımından hiçbir anlam ifade etmez. Nietzsche tam da yırtıcı hayvan değerlerinin peşindedir. Bu değerler; cesaret, savaşçılık, hırs ve mesafe duygusudur.
Sürü içgüdüsünün ve köle ahlakının eşitlikçi ve evrenselci idealleri varoluşsal bir gelişimi değil; tepkisel bir duygu olarak karşıtını aşağıya indirmeyi arzulamaktadır. Herkesi sıfırda eşitlemeye yönelmiştir. Bunlar yüce değerler ve çileci idealler adına yeniliğin, farkın ve gelişimin olmadığı bir dünyaya kapı aralamıştır. Vasatlık, belli bir süre boyunca ahlak ve din kisvesi altında sürdürülebilmiştir. Lakin dine ve ahlaka inancın yitmesiyle nihilizmin en aşırı hali yani ebedi dönüş deneyimlenmektedir. Ebedi dönüş hiçbir yenilik ve ilerleme olmadan her eylemin ve acının sonsuz kere deneyimlendiği bir durumdur.



[1] Nietzsche, F., Güç İstenci, Birey Yay., Çev:  Sedat Umman, 2002, sf: 147
[2] Hınç [Fr. Ressentiment]: Nietzsche’nin felsefesinde ressentiment sürü insanının karakterine içkindir. Nietzsche ressentimentin asıl kaynağı olarak Hıristiyanlığa işaret eder. Dolayısıyla Hıristiyanlıkla sürü insanı arasındaki özsel bağ da ressentiment kavramı ile ilgilidir.
[3] Nietzsche, F., Ahlakın Soykütüğü, Kabalcı Yay., Çev:  Zeynep Alangoya, 2004, sf: 38

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder