Frankfurt Okulu
geleneği içerisinden gelen Habermas, birey, toplum ve devlete ilişkin
görüşlerini modern toplum ve devletin tarihsel süreçte geçirdiği yapısal
değişim ve dönüşüm çerçevesinde ortaya çıkan problematiği, bireysel, toplumsal,
ulusal ve uluslararası ilişkiler çerçevesinde bir çözümlemeyle ortaya
koymaktadır. Bu çözümlemede, çağdaş insan özgürlüğünün birey, toplum ve devlet
ilişkisi temelinde dönüşümünün evrensel boyutta bir sorun olarak önemi ve
anlamı ele alınmaktadır.
Habermas, bireysel-özel özerklik ile
kamusal-siyasal özgürlüğün birbirlerinin ön koşulu olarak birbirlerini
gerektirdiğini; birinin diğerine göre bir öncelik taşımasının söz konusu
olamayacağını belirtir. Bireysel-negatif ve siyasal-pozitif özgürlük, burjuva
kapitalist-hukuk devletinin, tarihsel süreçte, burjuva toplumunun sivil-toplum
olarak yapısal dönüşümüne bağlı biçimlenmiştir. Toplum ve devletin
ayrışması temelinde somutlaşan burjuva sivil-toplumu, toplumsala ait
olan kamusal alan karşısında, bireyler ya da özel şahıslara ait özel-alan
olarak belirmiştir. Avrupa’da 17 ve 18 yüzyıldan itibaren, günümüz hukuk
devletinin yapısını ve bu yapı içerisindeki bireysel ve siyasal özgürlüğü
belirleyen burjuva toplumsal yapısında nesnelleşen bu ayrışma, tarihsel süreçte
ortaya çıkan ekonomik gelişme ve toplumsal değişim ve dönüşümler çerçevesinde
meydana gelen mücadelede ortaya çıkmaktadır. Habermas’a göre, “özel ve kamusal
alan” ayrımı, Antik Yunan kategorileri olarak Roma’dan aldığı dönüşümle
birlikte, burjuva devletinin kamusallık anlayışını biçimlendirirler. Yunan
kent-devletinde, özgür vatandaşların alanı olarak kamusal-alan (koine), tek tek
kişilere ait olan özel-alandan (oikos) kesin olarak ayrılmıştır. Yunan’da
“oikos” olarak, “koine”den ayrılan özel-alan, servet ve köle sahibi Yunanlının,
özgür bir yurttaş olarak kamusal-alanda bulunmasının ön-koşulu, birincil
ihtiyaçların karşılandığı bir alandır. Roma’da, Antik Yunan’daki ayrıma
benzemeyen bir ayrım, Roma hukukunda, kamu (publicus) ve özel (privatus) alan olarak,
bağlayıcı olmayan biçimde belirlenmiştir. Öbür yanda kamusal unsurlar olacak
şekilde parçalanırlar.” Özel-alan, ‘mal dolaşımı’ ve ‘toplumsal emek’
aracılığıyla mülk ve sermaye sahibi burjuva sınıfı anlayışı çerçevesinde
oluşurken; kamusal-alan, siyasal kamu olarak iktidarı meşrulaştırmak amacıyla,
kamuoyu oluşturmak üzere bir araya gelen özel şahıslardan (dernekler, kulüpler,
basın vb.) oluşmaktadır.
Habermas, burjuva sivil-toplumunun
devletten ayrılmasıyla, burjuva kamusallığının aleniyet ilkesi çerçevesinde,
bireysel mülkiyet ve özerklik temelinde ‘kamusal ve özel alan’ olarak
somutlaşan yapısının, ulusal ve uluslararası düzeyde gelişen ekonomik ve
siyasal ilişkiler ve olaylara bağlı değişip dönüştüğünü ileri sürmektedir.
Değişen ve dönüşen toplum ve devlet yapısında özel-alan ve kamusal-alanın sınırları
ve yapısı da bu ilişkilere bağlı olarak kendi içinde biçimlenmektedir. Habermas,
bu biçimlenmeye bağlı olarak, bireysel-özel ve siyasal-kamusal özgürlüklerin
anlam kazandığını ileri sürmektedir. Burjuva liberal toplumunun, bireysel
mülkiyet ve özerklik temelinde oluşan kamusallığı, burjuva sınıf çıkarının ve
özgürlüğünün savunulması amacıyla ‘özel-şahısların- ortak-iradesi’ olan
kamuoyunda uzlaştırıcı bir görev üstlenerek kamusal alana egemen olmasında
kendini açar. “Kamuoyunun egemenliği,
kendi fikri gereğince, içinde genel olarak egemenliğin çözüldüğü bir düzendir.”
Egemenliği çözen bir egemenlik olarak kamuoyu, siyasal işleviyle “kamu-erkini”
kendini üreten özel-ortak çıkarları ve özgürlükleri gözetecek biçimde
yapılandırır. Bu işleviyle kamuoyu, eleştirel bir irade oluşumu biçiminde
kamu-erkinin siyasal egemenliğini bireysel özgürlükler ve çıkar yönünde
çözündürür. Burjuva kamusallığının bireysel ortak-çıkar ve özgürlükleri gözeten
işleyişi, ekonomik gelişme ve toplumsal değişmelerle birlikte, toplumun diğer
kesimlerinin kamuoyu oluşturacak şekilde kamusal alana girmesi kamusal alanın
genişlemesiyle, kamuoyunun ‘şahsi-ortak-çıkar’ işleyişi, uzlaşmaz-toplumsal çıkarlar
olarak çoğunluk-egemenliği biçiminde işlemeye başlar. Bu işleyiş, eleştirel bir
irade oluşturma anlamında, kamuoyunun egemenlik çözücü bir egemen yapısını değiştirerek,
tutucu irade işleyişinin çoğunluk-egemenliği olarak siyasal egemenlik kurma
aracına dönüşür. Bu dönüşümle ortaya çıkan uzlaşmaz-toplumsal-çıkarların toplumsal
bütünlüğünün sağlanması, bireysel çıkar ve özgürlükleri gözeten burjuva liberal
hukuk devlet yapısının toplumsal çıkar ve özgürlükleri de gözeten bir sosyal hukuk
devlet yapısına bürünmesiyle sağlanmıştır.
Habermas, burjuva kamusallığının
içerisinde taşıdığı çelişkiden hareketle ki bu çelişki burjuva liberal hukuk
devletinin sosyal-liberal hukuk devletine dönüşümünün de nedenidir, ‘devrimci
demokratik kamusallık’ anlayışını bir karşı kamusallık olarak Marksist anlayış
çerçevesinde yorumlar. Buna göre, ‘mülksüzlerin’ kamusal alana girmesiyle bu
alanda bireysel çıkar ve özgürlükler temelinde biçimlenmiş toplumun yeniden
üretimi ilişkisi, toplumun bütününün çıkar ve özgürlüğü yararına dönüştürülür. Üretim
araçlarının toplumsallaştırılmasıyla, toplumun yeniden üretimim için
toplumsallaştırılan siyasal işlevli kamusallık, toplumun bütününü siyasallaştıracağından
siyasal erki tasfiye edecektir. Toplumla devletin bütünleşmesi olarak toplumsal
devrimci kamusallık, bireysel çıkar ve özgürlükler yerine, toplumsal çıkarı
gözeten ve özgürlükleri sağlayan bir toplumsal özgürleşmeyi getirecektir. Böyle
bir toplumda, “özel şahısların kamusal topluluğundan ziyade, kamusal
topluluğunun özel şahıslarından söz edilecektir. Bourgeois (burjuva) ile homme
(insan), özel mülk sahibi ile insan arasında kurulan özdeşliğin yerini, citoyen
(vatandaş) ile homme’un (insan) özdeşliği alacaktır. Bireyin özgürlüğü,
toplumsal bütünün bir üyesi olmasına göre, vatandaş olarak siyasal hak ve özgürlüğü
mülkiyetine göre belirlenmeyecektir. Ancak, tarihsel süreçte, burjuva hukuk
devleti olarak toplumun tüm kesimlerine yönelik siyasal eşitlikçi anlayış;
sosyal hukuk devleti olarak sosyal adaletçi tavır, Marksist öngörüyü boşa
çıkartmıştır.
Habermas’a göre, burjuva liberal
hukuk devletinin, liberal insan hakları ve vatandaşlık haklarını içeren
anayasal örgütlenmesi kendi içinde taşıdığı çelişkilerden ötürü özgürlüksüz ve
eşitliksiz bir yapıya dönüşmüştür. (Habermas
bundan dolayı Kant'ın Ebedi Barış tezine eleştireler yöneltir. Habermas Kant'ı
eleştirerek onun yaşadığı dönem ile kendi dönemi arasındaki farka değinir. O
zamanlar Kant’ın bildiği savaşlar, tek tek devletler ve ittifaklar arasında
bölge sınırları içerisinde kalan anlaşmazlıklardı, dünya savaşları değil.
Düşündüğü şey, kabineler ve devletlerarasındaki savaşlardı, iç savaşlar ve halk
savaşları değil. Düşündüğü şey, kabineler ve devlet arasındaki savaşlardı, iç
savaşlar ve halk savaşları değil. Ebedi barış, her ne kadar önemli bir özellik
olsa da, dünya vatandaşlığı konumunun yalnızca bir bulgusudur. Kant’ın çözmesi
gereken asıl sorun da, hukuksal açıdan böyle bir durumun
kavramsallaştırılmasıdır. Kant, dünya vatandaşlığı hukukuyla klasik
devletlerarası hukuk arasındaki farkı, ius cosmopoliticum’a özgü olanı
göstermek zorundadır.) Anayasal örgütlenme, insan hakları olarak burjuva
bireyinin özel alandaki (mülkiyet, aile, özgürlük) özerkliğini güvence altına
alırken, vatandaşlık hakları olarak özel şahısların siyasal katılımlarının
özerkliğini sağlar. Dolayısıyla, burjuva ve vatandaşın özdeşleştirilmesiyle,
piyasa ekonomisine ve özel şahısların çıkarlarının kamusallığına göre işleyen
toplumsal yapı, içinde barındırdığı diğer kesimlere karşı artan oranda bir
eşitsizlik ve adaletsizlik üretecektir. Bu noktada, sosyal hukuk devleti,
kamusal alana katılımı siyasal eşitlik temelindeki haklarla genişletirken, özel
alana ya da kamusal bir faaliyet haline gelmiş ekonomiye müdahaleyle, üretilen zenginliğin
toplumsal alana yayılması yönünde sosyal güvenlik kurumlaşmasını getirmiştir.
Bu dönüşüm, liberal burjuva özgürlük anlayışına göre biçimlenmiş; dıştan
gelecek bir baskı ya da engellemeye karşı negatif olarak oluşturulmuş birey özerkliğini,
siyasal katılım hakları çerçevesinde, toplumsal alanda kendini gerçekleştirme
anlamında pozitif özgürlük olarak biçimlendirir.
Habermas’a göre, Batı siyasal
düşüncesinin liberal ve cumhuriyetçi politikalar çerçevesinde toplumsal ve
siyasal yapının oluşturduğu bu biçimlendirmede, liberal politik anlayış negatif-bireysel
ve pozitif-siyasal özgürlükler açısından, devleti toplumun çıkarlarını
gözetecek biçimde örgütlerken; toplumu piyasa ekonomisi kurallarına göre
yapılandırıp, bireysel çıkar ve haklar temelinde dış baskılardan korunmuş bir
özerklik alanı içerisinde eyleme olanağı sağlanmaktadır. Bu olanak içerisinde
bireylere, siyasal haklarını bireysel çıkar ve tercihlerine göre seçme ve
seçilme hakkı olarak kullanma fırsatı tanınmaktadır. Aynı biçimlenmenin
yansıması olan cumhuriyetçi politik anlayış, toplumsal yapıyı gözetecek biçimde
‘ortak bir uygulamaya katılmanın güvencesini verme’ temelinde biçimlendirip,
toplumsal yapıda ‘piyasanın yerinden yönetimiyle’ özel ve kolektif çıkarların kaynaşmasını
sağlayan hiyerarşik bir devlet örgütlenmesi öngörmektedir. Ancak, “eşit haklara
sahip vatandaşların özel özerkliği, ancak devlet vatandaşlık özerkliğinin
hayata geçirilmesiyle sağlanabileceği” her iki politik anlayışı içeren üçüncü
bir anlayış olarak tartışım kuramı
temelinde tartışımcı-politik
anlayışı gerekli kılmaktadır. Bu anlayış, “demokratik kamuoyu ve
irade oluşumunun işleyişleri ve iletişim koşulları, hukuk ve yasalara bağlı
hükümet ve idari mekanizma karalarının tartışımsal boyutta rasyonelleşmesine
önemli kapılar açar.” Siyasal işlev gören kamusallığı toplumu ilgilendiren
konular ve sorunlarda toplumun tamamını demokratik bir şekilde “yerinden
yönetimle” bu sürece katıp, oluşturulan irade ve kamuoyunu tartışımsal boyutta
rasyonelleştirmek amacı güden tartışmacı anlayış, günümüz kamusal yapısının
dönüştürülmesi yolunda yetersiz durmaktadır. Bu yetersizliği Habermas’ın
kendisi söylemektedir: “endüstriyel toplumun teknokratikleştirilmiş yönetimi
her türlü demokratik irade oluşumunu anlamsızlaştırmaktadır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder